Çarşamba, Ekim 25, 2006

Nerede Kalmıştık Canım?

Çıplak tenimden çıkan dumanı gördüğümde kendime henüz gelemediğimi sanmıştım.Daha önce hiç bulunmadığım bir banyodaydım. Mis gibi yumuşatıcı kokan yüz havluları lavabonun yanındaki askılardan sarkıyordu. Aynada, elmacık kemiklerimin altına kadar morarmış göz altlarımı ve hafif tırnak çizikleriyle dolu çıplak bedenimi belime kadar görebiliyordum. Göremediğim kısımları kafamı aşağı eğerek kontrol ettim. Her şey yerli yerindeydi ve sıkı bir ereksiyon yaşıyordum. Kalçamda muhtemelen uzun tırnaklı bir elin yoğun mıncıklamalarından kaynaklanan hafif bir acı duyuyordum. Sol kulağımın arkasından aşağı süzülen bir su damlası, boynumdan geçerek göğsümün etrafındaki kıllara takıldı. Bir su damlasından dahi tahrik olabilecek durumdaydım Dizginlenemeyen tutkularım beynime dışarıda ne olduğunu öğrenmesini dikte ediyordu. Fakat beynimin de planları vardı.

Banyo kapısının yanında duran, kırmızı, pembe ve yeşil çiçek desenleriyle kaplı çamaşırlık dikkatimi çekti. Önce kapıya yaklaştım, kulağımı dayayarak dışarıdan gelebilecek herhangi bir sesi duymaya çalıştım. Çıt çıkmıyordu. Çamaşırlığın kapağını yavaşça kaldırdım. Nedense aklıma ağabeyimin porno dergilerini çaktırmadan karıştırdığım günler geldi. İlk gözüme çarpan noel baba desenleriyle kaplı lacivert bir erkek boxerıydı. Çamaşırları tıbbi atıkları kurcalayan bir çöpçü dikkatiyle eşeliyordum; bir slip don, “V” yaka bir erkek atleti, üzerinde emniyet müdürlüğü amblemli bir iğne unutulmuş lacivert çizgili boyunbağı, bir çift az kokulu çorap… Nasıl olur? Oysa ben çamaşırlıkta birkaç pembe kurdeleli g-string, dantelli sutyen, belki bir çift jartiyer ya da hiç olmadı turuncu bir kadın bodysi bulmayı hayal ediyordum.

Pür dikkat kapattığım çamaşırlığın hemen üzerinde bulunan raflar erkek parfümleri, deodorantları, tıraş sonrası kremleri ve her zaman sahip olmak istediğim türden bir çift Gilette Mach 3 pilli tıraş bıçağıyla doluydu.

Olamaz!

Geçmiş tecrübelerime dayanarak yatağımı çıplak kadınlarla paylaşmaktan aldığım hazzı biliyordum. Fakat o anda aşina olmadığım ve nasıl geldiğimi dahi bilmediğim bir evin banyosunda, bu evin bir erkeğe ait olduğunu ispat eden onlarca delille birlikte çıplak durumdaydım. Dışarıda beni neyin ya da kimin beklediğinden emin değildim.

Aklımın oyunlarına daha önce de maruz kalmıştım, hatta bir keresinde sabahın beşinde sadece mahrem yerlerimi örten bir boxerla, kendimi şehrin göbeğinde bulmuştum. Vertigo finans kulesinin otuz ikinci katındaki terası… Akrofobisi olan ve oraya nasıl geldiğini bilmeyen biri. Siz birleştirin. . Doktorum o dönemde uyuşturucuyu bırakmam gerektiğini söyleyip duruyordu. Otizmi tetikliyormuş Hah! Kimin umurunda şu beyaz yakalı steteskop kafalılar!

Tüm bu heyecan bana yaramamıştı. Soğuk suyla temas etmiş bir oğlan çocuğunun organı kadar kalmış penisimle banyonun ortasında dikiliyordum.. Bu halim cesaretlendirilmek için çırpınan güven duygumu titretmişti. Acilen örtünmem gerekiyordu.

Çamaşırlığı tekrar kapattığımda altımda noel baba desenli lacivert bir boxer ve üstümde “V” yaka bir atletle teftişe hazır denizciler gibi hissediyordum.

Ne olursa olsun buradan çıkmalıydım, dışarıda beni bekleyen Muhammet Ali bile olsa o anki paranoyalarım kadar korkutucu olamazdı.

Kapının beyaz ve altın rengi çizgilerle kaplı kolunu kavradım. Yavaşça aşağı doğru bastırdım, kapı direndi. Zorladım, ittirdim, çektim ama kapı kilitliydi. Çılgına dönmüştüm ve sanırım çıkardığım sesle, her kimse, ev sahibimi rahatsız etmiştim. Kulaklarım, taş bir koridorda yaklaşmakta olan bir çift terliğin sesini fısıldıyordu. Heyecanım ve kendimi koruma güdümle elime ilk geçen nesneyi alıp kapının açılmasını bekledim, çok sessizdim. Kapının arkasındaki kişi aynen benim daha önce yaptığım gibi kapının kolunu tutup, ittirip çekerek bana ulaşmaya çalışıyordu. Fakat kısa bir süre sonra pes etti.

- Kapıyı içeriden kilitlemişsin!

Bunu söyleyen tanıdık bir kadın sesiydi ama kim olduğunu çıkartamıyordum. Kadının kim olduğuna boşverin, tümünü boşverin! Birkaç duble votkadan sonra yatakta hepsi aynı. Sersemliğimden utanarak boş olan sağ elimle anahtarı çevirdim. Küçük bir gıcırtıyla açılan kapı şaşkın gözlerle bana bakan kadını banyodan süzülen buhar ve parlak sarı ışığa maruz bıraktı.

- Tayfun!
Tayfun, Bu bendim…

- Elindeki ne?
Soğuk bir nesne tuttuğum sol elime baktım. Tuttuğum şey üzerinden kahverengi bir sıvı süzülen tuvalet pompasıydı, leş gibi de kokuyordu. Kendimi salak gibi hissettim.

+ Şey… Tuvalet, tıkanmıştı!
Bunları söylerken pompayı klozetin yanına fırlattım.

Kocaman göz bebekleriyle bana bakan kadın ışıktan rahatsız olmuş olacak ki arkasını dönüp loş koridorda ilerlemeye başladı. Ritmi yakalayın,o anki kalp atışlarımın sesini dinleyin! Her şey tıkırındaydı, koca bir ev, fantezilerim için bilmem kaç oda ve oldukça güzel bir hatun… Onu takip ettim. Koridorun sonunda sarı ışıkla aydınlatılmış geniş bir odaya girdik. Beş bilemedin altı paket centiyane kökü ve civanperçemiyle masayı paylaşan bilgisayarın kolonlarından süzülen vokal trance tarzda müzik…

Centiyane kökü, hem müshil olarak kullanılabilen hem de usta ellerde işlendiğinde on numara bir steroidedönüşen doğal maddelerden biri. Civanperçemi de centiyane kökünün kullanımından sonra oluşabilecek ağız kuruluğu ve aşırı ishalliği önlemek için ideal. Ancak bu iki maddenin işlenmeden bir arada kullanımı, tatlarının acılığı nedeniyle neredeyse imkansız… Sorunun çözümü mü? Beş yüz mililitre çözeltiye karıştırılan bir tutam vanilya… Ayrıca, günün ipucu; aynı miktarda vanilyayı suya karıştırıp kaynattığınızda evde yaptığınız kızartmaların da kokusundan eser kalmayacaktır…

Kadın bilgisayar masasının önündeki sandalyeye çöktü ve açık paketlerden çıkardığı centiyane köklerini derince bir kapta toplamaya başladı. Bu kadının kim olduğunu çıkartamıyordum ama kendimde değilken vücudumdaki izleri çıkaran eğer oysa yatakta ne gibi numaraları olduğunu görmek istiyordum.

Centaine işliyordu… Evet, yaptığı şey bu hale gelmemi sağlayan uyuşturucuyu hazırlamaktı. Kısacık kesilmiş tırnaklarla kaplı parmakları bitkilere her dokunduğunda beni tahrik eden yapışkan bir ses çıkıyordu, bitkileri kapta topladı, elindeki tokmakla ezmeye başladı. Bu bana fabrikanın birinde pamuk ayıklayan bir kızın masumiyetini çağrıştırıyordu. Yaklaşık on dakika hiç konuşmadık, bu arada o işiyle meşgul oldu ve hemen yanındaki yumurta pişirme zamanlayıcısı tiz bir ses çıkardığında kap ve tokmağı bir kenara bıraktı.

+ Teşekkür etmek istedim, dedim.
Bedenimin her yerinde oluşturduğu izleri ve hatırlamadığım sevişme sahnelerini kastediyordum.

- Nasıl?

+ Yani, dedim; Biz, sen ve ben…
Konuya nasıl gireceğimi bilmiyordum. Kadın umursamaz davranıyordu. Kaptaki yapışkan maddeyi bir yemek kaşığıyla sıyırıp masanın altından aldığı bir çaydanlığa taşıdı.

- Biraz bekle,dedi; Hemen kaynatmaya geçmem lazım…

Evet, biliyordum… Hemen kaynatmaya geçmesi lazımdı. Yoksa cantiyane kökünün aktif maddesi katılaşır ve kafa yapmaktan çok ishal yapmaya yarardı. Elindeki çaydanlıkla odadan çıktı ve ben sabırla dönüşünü beklemeye başladım. Bir süre sonra kapanan dış kapının sesiyle irkildim. Kadın mı gitmişti, yoksa başka biri mi gelmişti? Günün ikinci gereksiz ipucu; Polisler asla kapıyı çalmazlar! Kendi evlerine girseler bile…

-Ben geldim!

Bu sesi de tanıdık bulmuştum, kime ait olduğu görmek için acele etmeme gerek kalmadı. Bir gece önce barda bana ahlaksız teklifte bulunan kadın görünümlü erkek, polis görünümüne bürünmüş şekildeodanın kapısından girdi. Evet… O anda anladım. Bu kesinlikle geçen gece saat sekiz civarı Vodoo’da yanıma gelip oturan kişiydi. Ahlaksız tabir edebileceğim teklifini reddettiğimi hatırlıyordum. Fakat saat dokuzda neredeydim???

Kapıdan geçip, gözlerime bakarken sesini incelterek “Nerde kalmıştık canım?” dediğinde ilk uyuşturucu kullandığım gün aklıma geldi. Ne kadar da masumdum... Şimdi bu evde, hiç de tercihim olmayan bu insanla birlikteydim, tamam, güzel. En azından olanları hatırlamıyordum.

Halen hatırlamıyorum...

Not: Öykünün orjinalini yazdım… Sonra Ilis Sullivan’la gaza geldik, öyküyü yeniden yazdık…

Hiç yorum yok: