Cumartesi, Ekim 28, 2006

Manet Amnes Una Nox

BÖLÜM I



Tokuşturdukları kadehlerden taşan kırmızı şarap damlaları birbirlerine sarılmış halde masaya düşerken Gloïre’ın cehennemindeki küçük şeytanları serbest bırakıyordu. Paketten bir sigara aldı.

“Çok insan öldürdün mü?” diye sordu Blanche, karşısında oturan kadın. Gloïre sigarasını yakmak için çakmak arıyordu. Bulamadı.

“Yeterince…” diye cevap verdi. Bu konu üzerinde düşünmek istemiyordu. Rahatsız edici bir gıcırtı çıkartmasına sebep olduğu sandalyeyi geriye ittirip ayağa kalktı. Şofbene doğru ilerlerken Blanche’ın gözlerindeki manasız bakışı sırtında hissedebiliyordu.

“Bilmek,” dedi Gloïre, “lanetlenmektir.” Zeki görünmek için alıntı yapıyordu. “Bu sorunu cevapsız bırakmak istiyorum.”

“Ben de melek değilim.” Ürpertici bir gülümseme müziğin sessizleştiği bir anda Blanche’ın bu sözleriyle birlikte kendisini hissettirdi.

Şofbenin pilot ateşinden yaktığı sigara Gloïre’ın ağzından sarkıyordu. Blanche’ın gözlerinin içine baktı. Caniliğin karanlığı gözlerinden gözlerine ışıyordu.

“Anlatmak istiyorsan anlatabilirsin. Önce benim günah çıkarmama gerek olduğunu sanmıyorum.” dedi Gloïre ve ekledi; “bir cinayet işlemenin en zor yanı onu bir sır olarak saklamaktır.” Oturdu.

Blanche başını eğdi. Kadehindeki son yudumu alıp Gloïre’ın kadehine baktı. Hala biraz şarap vardı.

“Şey ben…” dedi, “daha önce hiç kimseyi öldürmedim.” Bunu sanki utanılacak bir şeymiş gibi söylemişti.

Söyleyiş tarzından çok nasıl olup da yanıldığına takılmıştı Gloïre’ın aklı. Kadehine uzandı. Soğuk kadehi parmaklarının arasında hissettiği anda Blanche elini tuttu. Gözlerine odaklandığı açıkça görülüyordu.

“Çok mu zor?” dedi Blanche. Bu arada Gloïre bakışlarını Blanche’ın gözlerinden saçlarına çevirdi.

Gloïre kadının kısacık kesilmiş dalgalı kahverengi saçlarından odanın boşluğuna yayılan esansı tanıyordu. Be Kissable’ın yaramaz kokusuydu bu.

“Hey!” diyerek Gloïre’ın düşüncelerini böldü Blanche, tekrar gözlerine bakmasını sağladı.
“Birini öldürmek çok mu zor?” İlgiyle öne uzattığı güzel başı hemen bir cevap istediğini gösteriyordu.

“Tabi. En azından benim için öyle. Ateşlediğin her silah hayat enerjinden bir parça atar hasmına. Her seferinde en az iki ceset vardır yerde. Biri hedefin, diğeri senin bir kısmın…” Gloïre bunları söylerken Blanche Gloïre’ın elinin üzerinde gezdirdiği parmaklarını temkinli bir şekilde geri çekmekle meşguldü.

Koca bir yudum şarap Gloïre’ın nikotin bolluğu yaşayan boğazından geçerek midesindeki yerini aldı.

Blanche’ın suratı asıktı. Ancak bu ifadenin dahi maskeleyemediği derin gamzeleri Gloïre’ı kadının teninin onu çeken manyetik bir alanı olduğunu düşünmeye itiyordu.

Boşalmış kadehlere baktı. Sandalyesini tekrar geriye ittirdi. Tezgâha uzanıp şarap şişesini kavradı.

Blanche; “Yarısı boşalmış bile” diye saptadı oturduğu yerden.

Gloïre; “Evet, yarısı hala dolu” dedi iğneleyici bir ses tonuyla.

Kadın gülümserken adam boş kadehleri doldurdu. Şarabı tezgâhtaki yerine koyduktan sonra kadının çıplak omuzlarına baktı.

Blanche eflatun bir gece elbisesi giymişti. İncecik askılarının kapatamadığı köprücük kemikleri Gloïre’ı çıldırtıyordu. Boynundan sarkan inci kolyeyi düzelten Blanche adamın dikkatinin dağıldığını gördü.

“Kendini yerine mi koyuyorsun?” diye sordu.
“Nasıl?” dedi Gloïre.
“Kendini diyorum, öldürdüğün kişilerin yerine mi koyuyorsun?”
“Zaman zaman öyle, zaman zaman da başka şeyler…” dedi adam.
“Ne gibi?”
“Sorguya mı çekiliyorum?”
Blanche sustu.

Yavaş yavaş batmakta olan güneşin kırmızı ışıkları odayı doldurmaya başlamıştı.

Blanche bacaklarını masanın altından çıkarıp koridor tarafında bacak bacak üstüne attı. Bu hareketin ortaya çıkardığı cinsel gerilim Gloïre’ın tansiyonunu hepten yükseltmişti. Bakışları Blanche’ın kusursuz ayaklarıyla dizleri arasında yavaşça gezindi. Blanche elini aşağı indirdi, Gloïre’ın gözleri bu kez de eline odaklanmıştı. Yavaşça dizini tuttu. Gloïre garip bir hipnoz altındaymışçasına elini izliyordu. Elini yavaş yavaş yukarıya doğru kaydırdı. Elbisesinin eteği sıyrılmaya başlamıştı. Ortaya çıkan dolgun baldırları Gloïre’ın anlık bir titremeyle sarsılmasına neden olmuştu. Sonra bir anda jartiyerine tutturduğu silahı çekti…




BÖLÜM II



“Manet amnes una nox!” dedi Gloïre. Oturduğu sandalyede başını duvara dayamış acı çekiyordu. Sol göğsünden giren kurşun kaburga kemiğine saplanmış kan kaybetmesine sebep oluyordu.

“Ne dedin?” diye sordu Blanche.
“Manet amnes una…”
“Latince bilmiyorum!” diye bağırarak Gloïre’ın sözünü kesti.
“Herkesi…” dedi Gloïre ve yutkundu. Sol kolu uyuşmaya başlamıştı. “bir gece bekler…”

Blanche ayaktaydı. Elbisesinin sağ askısı düşmüştü. Titreyen elinde tuttuğu silahın hedefi Gloïre’ın alnıydı. Burnunu sol elinin üzeriyle sildi. Ağlıyordu. Bir damla yaş yanağından süzülüp şarap kadehlerinden birine isabet etti. Damlanın düşüşüyle kristal kadeh çok temiz bir tını çıkararak titredi.

Gloïre silaha baktı. Namluyu bu açıdan ilk defa görüyordu. Namlunun çevrelediği kara boşluğa odaklanmıştı.

“Özür dilerim” diye yakındı Blanche, bir hıçkırığın gücüyle sıçradı.

Gloïre hala namlunun içine bakıyordu.

“Ne kadar uğraşırsan uğraş, kendini kurbanının yerine koyamazsın” dedi kadına. Tüm vücudu karıncalanıyordu.

Tüm hıçkırık ve iç çekişler arasından duyulan kadın sesi hep aynı şeyi tekrarlıyordu;

“Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim…”

Namludan çıkan kurşunun alnına doğru yöneldiğini gören Gloïre “Problem değil” demek için biraz geç kaldığını fark etti.

Cansız bedeni sandalyeden aşağı düştü. Kafasından çıkan kan tüm döşemeye yayılıyordu…

Hiç yorum yok: