Çarşamba, Ekim 25, 2006

Bir Bilinçakışının Anatomisi

Titriyorsun. Hava soğuk olmalı. Ben hissetmiyorum.

Yaramaz kolum uzandığımız fiber karbon araba çatısında koluna değiyor. Bu temasın sıcaklığı buzlanmış kalbimi sırılsıklam ediyor.

Saat sabahın dördü.

Küçükayı bizi işaret ediyor Büyükayı’ya fısıldayarak bir şeyler söylerken. Kutup yıldızı ilgisiz.

Büyük bir sessizlik hâkim mabedimde. Platonun sürekli sakinleri bile kulak kesilmiş söyleyebileceğin herhangi bir cümleye. Yanımızdan geçen yeni uyanmış ve durumdan habersiz baykuşu kanadından tutup ağaçların arasına çekiyor Bay Gui, bir tilki.

“Şşt!”

Koca gözleriyle manasız manasız bakıyor baykuş. Tilki;

“Bugün büyük gün!”

Baykuş şaşırıyor;

“Harun mu yoksa?”

Sıcacık bir gülümseme yayılıyor tilkinin yüzüne.

Hemen ağaçlardan birine tırmanan baykuş iğne yapraklar arasından dikkat kesiliyor siluetlerimize.

Kalp atışlarının soğuk araba çatısı üzerinde oluşturduğu titreşimler hissedilebiliyor.
Bir köstebek başını topraktan çıkarıp her şey yolunda mı diye kontrol ediyor.

Habersizsin.

Oysa kurtlar, kuşlar, tüm yıldız ve bitkiler bu anı bekliyor. Kutup yıldızı hala ilgisiz.

Yıldız kümelerinden birini işaret ediyorsun; Dudağın hareket ediyor. Bu sırada beş metre ötemizde yürümekte olan karınca duruyor, arkamızdaki ormanda patlamak üzere olan bir tomurcuk dünyaya açılmayı erteliyor, kuzey rüzgârı bize ulaşmadan batıya dönüyor.

“Şu” diyorsun, “Büyükayı mı?”

Sesin kristal berraklığındaki havayı titretiyor. Hidrojen, oksijen ve karbon gibi havayı oluşturan atomlar titreşime yol verebilmek için sağa sola kaçışıyor. Ortada kalan bir parça şaşkın azot genzime kaçıyor. Yutkunuyorum.

“Galiba…”

Gülümsüyorsun. Ağzından çıkan ve incelmiş havada rahatlıkla ilerleyen anason kokusu beni burnumun ucundan yakalıyor.


Güzellik bu. Kelimeler yetmiyor. Ne zaman tanımlamaya kalksam bu durumu, ardından bir keyif sigarası yakmam gerekiyor.

Bir gün ağzımdan buhar çıkaracak denli soğuk odanda terinin göğsümde kuruyacağını bilir gibiyim şimdiden.

Zaman geçiyor.

Sonra biraz daha geçiyor.

Şimdi yüzlerce insanı kapsayan debisiyle akan yolda birer Zen ustası gibi ilerliyoruz. Kimse bizim orada olduğumuzu bilmiyor. Boyunlarımızda taşıdığımız parmak izleri tutkuya ait. Liseli gençler gibi görünüyor olabiliriz, ama dedim ya, kimse bizim orada olduğumuzu bilmiyor. Rahatsızlık katsayım santigrat cinsinde suyun donma sıcaklığıyla eşdeğer.

Sen + Ben = Metamorfoz;
Dünya yeniden karpuz kadar kalmış ayaklarımın altında, kafam yıldızlara çarpıyor…

Hiç yorum yok: