Cuma, Ekim 03, 2008

Pamukkale Ekspresi

Saat 01:34

Kütahya'ya henüz ulaştık. Yol bitmek bilmiyor. Uyuyamıyorum da. Yazmaktan başka çare yok diyorum kendi kendime ama yazamadığımı fark etmem de uzun sürmüyor. Lanet olsun!.

İstasyonda duruyoruz. Dördüncü biramın henüz başındayım, bilgisayarın şarjı bitti. Ray Restorant'ın masası üzerinde ücretsiz ibaresiyle dağıtılan Ray Gurme dergisi bulunuyor. Şöyle bir göz attım. Yok, zevkime göre birşey değil.

Saat 02:00

Hala Kütahya istasyonundayız. Sebebini bilmeden bekliyoruz öylece. İstasyonun birinci peronunun tabanı 956 adet karoyla kaplanmış. Biliyorum, tek tek saydım. Denizliye kadar uzanan yolumuz üzerinde, devletin ve hatta insanların bile unuttuğu onlarca istasyondan geçeceğiz daha. En sevdiklerim transit geçilenler.

Tekrar dönüyor sonunda demir tekerlekler. Yarı pişmiş patates tava eşlik ediyor şimdi birama. Pahalı biraz evet ama birşeyler yemem gerekiyor.

Restorant'da kimse yok ya da olanları adamdan saymıyorum... Bilmiyorum. Garson adamdan saymadığım müşterilerden birine askerlik anılarını anlatıyor. Kulak misafiri olmak istemiyorum ama demir tekerleklerin raylar üzerinde çıkardığı tıkırtılardan başka tek ses garsonun o uğultulu kulak tırmalayan altosu. Mecburi yön...

Arka masama iki kız oturuyor, yansımaları yan camımda. Biri çay söylüyor, diğeri kahve, ilgisizim.

Geceleri tren yolculuğu bir garip oluyor. Sanki bir araç değil bu, sallanan bir koridor. Işınanmaya yarıyor. fakat ışınlanmak henüz çok vakit alıyor.

Yüzde üç yüz kar marjıyla satılan efes biranın tadında hiç bir fark yok, ama paketimde kalan son 4 tek sigara inanılmaz tatlı gidiyor.

Üzülüyorum yavrum. Sanki bazen hayatımı nargilenin zıvanasına koymuş içiyorum gibi geliyor ve lanet şey çok çabuk bitiyor.

İzbe bir istasyondayız işte. Durakladık yine. Bu duraklama sağımdan soluma doğru yağan yağmuru fark etmemi sağladı. Sağ cam sırılsıklam, sol kristal berraklığında.

Kalp = Sol
Ruh = Sağ
Hadi bakalım...

Hayat telaşı zormuş be. İskelenin üzerinde henüz iğneden çıkarılmış balık gibiyim. Vıcık vıcığım, kayganım ama yakalanmışım. Zıplayıp duruyorum kurtulacağım diye.

Yeni insanlar geldi restoranta. Ön masama oturdular. 27 bilemedin 28 yaşlar. Bir adam ve bir de kadın. Adam salak mı ne, "ne önerirsiniz" diye sordu garsona, "alkolsüz!..." e yuh...

Uyumalıyım, dayanamıyorum artık.

Sabah.

Trenin ani freniyle rahatsız koltuğumdaki bedenimde buldum kendimi.

Saat 09:00

Camdan görebildiğim istasyondaki tabelada DAZKIRI yazıyor. Çağrışımsız.

Ray Restorant'a doğru ilerliyorum. Gece olduğundan daha farklı. 4 masada toplam 16 yaşlı kadın oturuyor. Hep bir ağızdan adını hatırlıyamadığım marşlar söylüyorlar. İlginç... Öğretmenler galiba. 10. yıl marşını söylemeye çalıştılar, olmadı... Hiç birşey olmamış gibi dedikoduya devam ettiler. Biri ortaya bir sav atıyor, sonra gürültü perde perde yükselerek tizleşip katlanılmaz bir hal alıyor. Yok sağdaki göl tuzlumuymuş, tatlımıymış...O göl gazlı... Adı da gazlı göl... Ama hiç biri bilmiyor...

Hiç yorum yok: