Cuma, Ekim 03, 2008

9 Gram

İki gramın ezici ağırlığı mumun üzerinde tuttuğum kaşığı aşağı çekiyor. Kaşık kapkara. Tüm günahlarımıza yeminli şahitlik ediyor. Üç kişiyiz. Ahmet uyuyor, Gökçen ve ben salonun ortasında diz çökmüş, ölümün çeşmesinden payımıza düşeni almayı bekliyoruz. Elimde tuttuğum metal kaşık, katıksız zıvanadan çıkmışlığın, cehennemin davetiyesi, elimi yakmaya başlıyor. Kusursuz çözelti kaynıyor. Gökçen estetik operasyonla sildirdiği ve kanaması bir türlü durmayan dövmesinden yakınıyor. Serumun gergin varlığı sol pazımda kendini hissettiriyor.

“Bekle” diyebiliyorum sadece, “halledeceğiz.”

Ilık sıvıyla dolu şırınganın iğnesi hiç de bakir olmayan bedenimde bir delik daha açıyor ve artık niceliğini unuttuğum bilmem kaçıncı orgazmımı tersten yaşıyorum. Sonrası pür bir aydınlık, bembeyazlık içinde kaybolmuş bir kar tanesi ya da engin bir denize düşen bir yağmur damlası… Nesnelerin sınırları kayboluyor. Fonda 9. Senfoni çalıyor. Sonsuz bir ritmin notaya dökülmüş halindeki “sus” oluyorum ve orada takılıp kalıyorum. Mozart dâhil tüm orkestra durup bana bakıyor çünkü ben kusursuzluğu yırtan trompetçiyim. Do majör yerine Re üfleyiveriyorum. Zamanın siniri bozuluyor, aksak adımlarla bir ileri bir geri gidiyor. Çizik bir plak gibi takılıp aynı kelimeyi tekrar edip duruyor;

Kayıp, kayıp, kayıp…

Tuvalette kendime gelir gibi oluyorum. Aksim aynadan bakıyor ve bana soruyor; “Gökçen ne âlemde?” Kız arkadaşım, koca bir yılı birlikte geçirdiğim kadın. Meraklanıyorum, apar topar dönüyorum salona. Gökçen yerde, şırınga hala kolunda. Takriben 7 gram eroin içermesi gereken küçük poşet bomboş. Gökçen’in ağzındaki köpükler acı gerçeği yüzüme vuruyor. Kalp atışlarım her vuruşta pencereleri titretiyor ve karanlık aydınlığa galip geliyor…

İnanılmaz bir suçluluk duygusuyla uyanıyorum. Ahmet yanı başımda. Göz bebekleri göz bebeklerime mıhlanmış.

“Hatırlıyorsun lanet olası!” diyor, “hatırlıyorsun…” sesi çekiç, örs, üzengi düzeneğimde yankılanıyor.

Hatırlıyorum… Gökçen’i gözümde yaşlarla ağabeyimin Kongo’suna taşıdığımı, arabayı çılgınca kullanıp hastaneye ulaştığımı, hayatımın manası olan kadını, daha doğrusu ondan geriye kalanı acil giriş kapısındaki boş sedyeye yatırışımı, açık kalmış göz kapaklarını lanet olası parmaklarımla kapayışımı ve çaresizce oradan kaçışımı hatırlıyorum…

Onun altın vuruşu, benim altın kaçışım…

Sonuçta teslim oluyorum işte, suçum başkasına uyuşturucu temin etmek ve ölümüne sebebiyet vermek olarak geçiyor kayıtlara.

Hiç yorum yok: