Çarşamba, Eylül 20, 2006

İşte O

Bin bir çeşit mahluğun cennet saydığı bu diyarda uykuya daldım. Biyoritmim hemen yanında uyuduğum küçük yalak çeşmesinin damlattığı her damla suyun oluşturduğu ritme ayarladı kendisini. Hafifçe esen rüzgarın tepemdeki bin yıllık ağaçları yalaması bahsi geçen ağaçlarda kalan son hareket tohumlarını filizlendirdi. Ortaya ritmlerin bir arada çalışarak oluşturduğu melodi çıktı. Yaprakların hışırtısı, ağaçların gıcırtısı, suyun yalak üstündeki dansı ve tezahuratçı kuşların cıvıltısı... Tüm bu enerji saçıklarının oluşturduğu kalkanın ortasında dış dünyanın her türlü unsurundan soyutlandım. Bir ressam halimi resmetmeye kalksaydı ortaya çıkacak soyutluğun kendisi dahi ayrımına varamazdı.

Bilmem kaç on yıllardır Bangkok, bilemedin New-York ya da İstanbul veya Çin'in diğer örneklerdekine benzer adını dahi telaffuz edemediğim metropollerinden birinde, varlığını gerçekleştirmeye çalışmış bir vatandaşın, bir anda tüm modern teknolojiden arınıp Harran'ın kilometrelerce uzağındaki ıssız ve eski bir kervansarayında tecrit olmuşluğunda hissediyorum kendimi.

Ben bir Boeing 747'nin sağ jet motoru ya da bir mutfak musluğunun yıpranmış contası veya bir kilise orgunun do majörüydüm.

Her şey değişti...

Şu an kendimi uslu bir çocuğun bisikletinin ön freni ya da kutusundan bile çıkarılmamış antik bir zenit fotoğraf makinasının deklanşörü veya bir apartmanın ulaşılması imkansız olan asansör boşluğuna düşmüş bir alet takımındaki ingiliz anahtarının dişlisi gibi hissediyorum.

Bu huzurun pompalayıcısı da üşümekten uyuşmuş bacaklarıma kan gönderip onları normale döndürmektense çarpma eylemini bir başka insan için gerçekleştirip kısa süreliğine de olsa kimin için çalıştığını unutan kalbimin derinliklerinde bir yerde müslümanlıkta sözü geçen kara kan pıhtısının hemen içinde yer alan insanın varoluşudur.

İşte bu varoluş parasız günlerimde son sigaramı yakışıma benzer bir hisle nanik yapıyor bana.

Son sigara...

Son sigaram mıdır yoksa?

Buna epey benzer bir hissi çok sevilen bir insanı günün herhangi bir saatinde taş,cam ve nikel kaplama metallerden oluşma şehirler ya da ülkeler arası bir terminalin peronlarında uzaktan bakarak ters şeritte giden gözyaşlarıyla uğurlamak zorunda kalan insanlar da bilirler.

Uğurladığım kişi midir yoksa?

İşte o...
Anlatması o kadar güç...

Son sigaram da bitti zaten.

Hiç yorum yok: