Salı, Ağustos 08, 2006

Paranoya Günlüğüm 9 - Kaçış


Başım büyük dertte...

Sarhoştum, fotoğraf makinası elimdeydi...

Otelin genel müdürü, iki gecede bir otelde kalan dört Rus hatunu jipine atar, alemden aleme koşar bir adam. Ağzından küfür eksik olmaz bir kişi. Ne zaman kural dışı birşey yapsam beni izleyen bir çift göz. Anlaşmamın imkansız olduğu bir Mehmet. Vesaire, vesaire...

Dedim ya, sarhoştum. Lanet olası fotoğraf makinası da elimdeydi...

Akşam çekimlerini yapmak için sallana sallana koridorda yürüyordum. Genel müdür, üzerinde altın yıldızlı harflerle "Muhasebe" yazan kapıdan avını bekleyen bir timsah gibi önüme atladı. Sağ tarafından geçmeye çalıştım ama imkansızdı. Adamın çeperi tüm koridoru kapatıyordu. Durdu, gözlerimin içine baktı. Küçük bir nefes kaçtı ağzımdan, leş gibi alkol kokuyordum. Kan kokusu almış köpekbalığı gibi bir anda hiddetlendi. Ne söylediğini hatırlamıyorum, ancak omzumdan ittirmek suretiyle dünyayla ilişkimi hayati önem taşıyan bir kaç dakikalık süreiçin kesen şalteri indirdi...

Gözlerimde, tenimin altında, yumruklarımda ve tekme atmak için kullandığı bacaklarımda şiddetli ağrılar duyuyordum.

Sonunda, ne kadar zaman geçti bilmiyorum, kendimi otelin dışında buldum. Üç bin Euro'luk makinanın sadece kemeri kalmıştı elimde. Arkama baktım, bana doğru koşmakta olan üç güvenlik görevlisiyle aramızda duran kırık Tamron Teleobjektif dikkatimi çekti ama artık koşmak dışında herhangi bir eylem için çok geçti...

İçgüdülerimi dinledim ve yakınlardaki mezarlığa dalarak tüm salgı bezlerimin seferberlik ilan edip hep birlikte salgıladıkları adrenalin seviyesi normale dönene kadar arkama bakmadan koştum. İzimi kaybettirmeyi başarmıştım. İşi garantiye almak için biraz daha koştum, sonra biraz daha, derken hem yarı sarhoşluğun hem de yorgunluğun bedenimdeki tüm sıvıları, kaslarımı yakan laktik asite çevirmesiyle oluğum yere yığılıp kaldım...

Uyandığımda adını kendi güvenliğimi sağlamak için sizlere iletemeyeceğim bir sahildeydim. Kotumun cebindeki cüzdanım ve bileğimde hala sarılı duran fotoğraf makinası askısı artık sahip olduğum şeylerin tümüydü...

Tekrar iş bulana kadar, ki bu en geç üç gün içinde olmalı, bir önceki otelimden mümkün olduğunca uzaklaşmalıydım. Beni başka bir şehre taşıyan terminale geldiğimde kendi kendime "fotoğraf makinasını umarım adamın yüzüne vurmamışımdır." deyip duruyordum.

Aniden gelişen tüm bu keşmekeşi terminalde otururken, içimde berbat bir hisle yazıya döktüm ve bir şey söyleyeyim mi?

Umarım fotoğraf makinasını adamın yüzüne vurmamışımdır...

--SERİNİN SONU--

Hiç yorum yok: