Salı, Ağustos 08, 2006

Paranoya Günlüğüm 8 - Siesta


Aynı vantilatör hırıltısı, aynı antik araba...

Tek değişikliğin sadece bir kavram olan zaman bünyesinde vuku bulması, yorgunluktan titreyen kaslarının da "biz geçiciyiz" izlenimi vermesiyle hayatı bankada bulunan ve harcamaman gerektiği için çatır çatır harcadığın paraya benzetmene sebep oluyor.

Üzerinde "Sigara İçmek Öldürür" yazan paketten bir kanser çubuğu daha alıyorsun, içini ferahlatan bir sesle açılan biranın yanında yediğin ekstra yağlı fıstıkla oluşturdukları lezzet senkronizasyonu dilinin üzerinde dans ediyor. Sürgülü kapının açıkken oluşturduğu boşluktan istifade eden güneş sol ayağının tam üstüne düşüyor. Biliyorsun, cilt kanseri olabilirsin...

Bir kafa uzanıyor aralık kapıdan;
"Hey" diyor, "Mr. Papparazzi! What about a ride?"

Ağzından aktı akacak salya dudağına tutunurken kaldırıyorsun kafanı, beynin rolantide, takıyorsun vitese.
"Oh" diyorsun, "Chris! I couldnt recognise you for a time!" gülümsüyor.

Onun hakkında bildiklerin yakınlardaki bir su sporları kulübünde rüzgar sörfü hocalığı yaptığı ve gelip geçici fiziksel detayları.
"C'moooon!" diyor ingiliz aksanının tüm meziyetlerini kullanarak.

Kendi kendinin bile anlamadığın ecnebice bir tümceyle geri çeviriyorsun teklifi, dışarısı gölgede kırk derece...

Veda edip uzaklaşıyor Chris honda marka scooterıyla. O giderken aklına bir deyim geliyor; "Kendi yağında kavrulmak" Korkmaya başlıyorsun kendi terinde boğulmaktan...

Rüyalar alemine doğru çıktığın seferde tependeki vantilatörün hırıltısı, etraftaki böceklerin çığlıkları, tek tük yakınlardan geçen arabaların gürültüleriyle birlikte eşlik ediyor sana. Ve sen artık on kişilik bir koğuşta değil, yetmiş sekiz model bir Vokswagen'de yaşamaya başlıyorsun.

O koğuşta her gece saat üç olunca içinden gelen bir anda kalkıp William Wallace modeli "Freeeeedooooom!" narası atma arzusu artık yok oluyor.

Sonra?

Sonrası sıcak ve çemen kokulu bir öğle uykusu...

Hiç yorum yok: