Salı, Ağustos 08, 2006

Paranoya Günlüğüm 6 - İnsanlar

Hakan Günday turizmin tanımını en iyi yapan yazarlardan. Demiş ki, "Turizm,ekmek bulamayanların yediği pastadır." Tabii ki çalışan gözünden yapılan bir değerlendirme bu. Hem maddi hem de manevi anlamlar içerir.

Kış sezonunda ayakkabı boyacılığı yapan on yedilik bir çocuk, otelimizde dokuzyüz YTL maaş+sigortayla çalışıyor. Ya da Muğla'da izbe bir benzin istasyonunda pompacılık yapan ama turizmin nimetlerinin farkına varıp pılını pırtısını yanına alan, atlayıp bir otobüse buraya çalışmaya gelen, prim usülü çalışıp milyarlar kazanan insanlar var.

Bu durumda kalite ve iş gücü arasında ortaya çıkan ters orantı rahatsız edici. İş gücü yükseldikçe kalite düşüyor. Sonra yakınıyor otel sahipleri. "Bu yıl neden İngiliz gelmiyor da İsrailli akını var?"

Kalkıp koca bir otel inşa ediyorsun,beş altın yıldızlı bayrağı çekiyorsun göndere.Sonra otelin İsrailli akınına uğruyor, mülteci kampı gibi oluyor lobin. Aklından çıkaramadığın bir gerçek var, İsrailliler cimri.

Hiçbir ulusun hiçbir insanına garezim yok, ama şu bir gerçek; Turizmde bir Türk, on İsrailliye bedel.

Konumuz insanlar. Bugüne kadar aldığım geri dönüşlere göre müşterileri hep kötüledim. Biliyorum... Ama gözden kaçırılmaması gereken bir gerçek var, pozitif durumlar çabuk unutulur. Ancak can sıkan ve can yakan olaylar deneyime dönüşür. Yaşananlar hanemize artıl puan olarak gireriz onları.

Bu kez farklı bir anlatımla döküyorum içimi. Size Dorian'dan bahsetmek istiyorum.



DORIAN

Her sabah 9:40'da lobide aksak bir koşuş ritmi duyarım.
Rıpa taka rıpa taka rıp rıp rıpa...
Bu ritmi coşkulu ve alabildiğince şirin bir çocuk çığlığı izler; "Comment ça va?"*
"Ça va bien,et toi?"** diye atlarım tezgahın önüne.
Cuup, Dorian kucağımda. Beni öpücüğe boğar, ama en çok anlımdan öpmeyi sever bu çılgın velet. Sürekli konuşur, arada yakalarım ne dediğini. Anlamadıysam bozuntuya vermem. "Oui!"*** diye anlamış gibi yapıp,onu mutlu etmeye çalışırım...

Daha sadece yedi yaşında, Belçikalı ve bir deli kadar mutlu. Gerçekten dünya üzerinde gördüğüm en tatlı insan yavrusu.

Geçen gece, yine her gece olduğu gibi, kimseyi eğlendirmeyen animasyon şovundan sonra otelin önünde oturmuş yorgunluk sigarası içiyordum. Yine aynı ritmi duydum.
Rıpa taka rıpa taka rıp rıp rıpa...
"Bonne nuit!"****
Cıvıl cıvıl eşek yine bulmuştu beni. Sevdiği stilde bir öpüşme merasiminden sonra elimi tuttu. Başparmağımı gösterdi.
"Bu ne işe yarıyor biliyor musun?" dedi.
"Bebekler için," dedim. "Bebekler onu emer."
İşaret parmağımı gösterdi.
"Peki ya bu?"
"Hmm, burun karıştırmak için!" dedim. Güldü.
Orta parmağımı gösterdi
"Bunu biliyorum" dedi gülerek.
Yüzük parmağımı gösterdi,
"Bu?" diye sordu;
"Karım için." dedim, "evlenince yüzük takacağım..."
Seçeyi sordu son olarak,
"Kulak!" dedim,
"Nasıl?" dedi,
"Kulak işte, karıştırmak için!"
Yüzünden çok eğlendiği anlaşılıyordu...

Ertesi gün havuz başında objektifime takıldı, yanına kendi yaşlarında bir çocuğu oturtmuş parmaklarını göstererek birşeyler anlatıyordu. Yanındaki çocuk ağzı açık onu dinlerken fotoğraflarını çektim, baskıya yolladım duvarıma asmak için.

Bugün sabah 9:40'da kulaklarım aynı ritmi aradı yine. Ama lobideki koşuşturmaca tanıdığım ritmin yanından bile geçmiyordu. Bir kez daha gerçek acı acı gülümsedi yüzüme...

İnsanlar gelip geçiyordu, ben aktarma yapılan bir terminalde simit satan seyyar satıcıydım.

Gitmiyordum, gelmiyordum.

Merkezi belli bir çemberin ağırlık noktasındaydım sadece.

Dorian gitti. Bileklik ve unutulacağından emin olduğum birkaç anı bıraktı sadece.

---
* = Nasılsın?
** = İyiyim, sen nasılsın?
*** = Evet.
**** = İyi geceler!

Hiç yorum yok: