Pazartesi, Haziran 19, 2006

Mono Ölüm *

tik… tak… tik… tak… tik…

“eskimolar kırk küsur çeşit kar yağış şeklini birbirinden ayıran kelimeler kullanırlarmış. al sana onlardan biri; uyuz bir köpeğin tüylerinden dökülen kepeği andıran kar. dağların çepeçevre sardığı eskişehir ovasında, görmeye alışık olduğum bu lanet şey, aralıksız on iki saattir yağmakta ve şehri kirli beyaz renginde sinsi bir ahtapot gibi sayısız uzantısıyla kavramış durumda.”

“esasında karı severim, yani severdim. ama o zamanlar nasıl işlediği hiç de umurumda olmayan ısıtma sisteminin zımbırtısına bastığımda sıcacık olan bir evim vardı. ancak hayat, namlusuna sürülü magnum marka 45’lik mermisi bulunan ve arada bir tekleyen, kabzasının altında, şarjör ağzının tam sağında gümüş varaklı harflerle “desert eagle” yazan bir tabancaya benzer. bu tabanca elindeyken namluyu alnına dayadığında tetiği çekersen -ki bunu her gün bilinçsizce birçok kez tekrarlarsın- silahın patlama olasılığı çok yüksektir. şahsen ben, büyük bir ivme ile havada uçuşan beyin parçacıklarımı defalarca görmüş ve her seferinde az önce temizlemiş olduğum odanın siyahi bir boya gibi yayılan kanla kirlendiğine üzülmüşümdür.”

“evet, evet. bin bir umutla okuduğum üniversiteden kalan bu soyut konuşma alışkanlığını bırakmam gerektiğinin farkındayım. baştan, ‘ancak hayat’ dediğim kısımdan alalım…”

“avukatımın cezamın hafifletilmesini sağlayabileceği gerekçesi ile savunmama eklediği şekli ile “cinnet geçirip” karımı, ayla’yı, vurduğumdan beri kendimi toparlayamadım. ‘cinnet geçirip’ miş! lanet herif. söylediği hiçbir şey hiçbir boka yaramadı! ardından gelen, on üç senemi yiyen leş kokulu kanalizasyon çukuru, çıkışı olmayan fare deliği! eskişehir cezaevi…”

az önce iç sesinin tüm dürüstlüğüyle ruh halini anlatan semih, şimdi karlar arasında bata çıka kuzeye, tren yolunun karı böldüğü yere doğru ilerlemekte. ancak ne yazık ki ölümün doyumsuz kursağı orada gurlamakta bu gece…

tik… tak… tik… tak…

beş dakika sonra…

acı bir tren düdüğü,
çelik raylar üzerinde sürtünmeden oluşan kıvılcımlar,
orta yaşlı, adı Semih olan bir adamın korku dolu tok çığlığı,
çarpışma anı…
yerde yatan hayat suyu kurumuş koca bir pınar;
içinde Ayla’yı vurmuş olmanın git gide soğuyan huzursuzluğuyla
adamımızın cansız bedeni…

Hiç yorum yok: