Salı, Kasım 29, 2005

Edebiyat ve Ölüm Üzerine

Ölüm edebiyatın en önemli temalarından biridir. Lev Tolstoy’da büyük bir soru olan ölüm Dostoyevski’de sara nöbetleriyle gelir. Shakspeare’in sözlüğünde ise ölüm cinayetle yan yana yazılır. Aleksandre Soljenitsin, yaşadığı günlere iyileşmesi mümkün olmayan bir hastalık gözüyle bakar. Maksim Gorki, ölüme meydan okuyan kahramanlar yaratır. Fantastik edebiyatta ise ölüm bir ülkedir adeta; gidilir, gelinir. “Yüzüklerin Efendisinde” Gollam Frodo’nun kötü yarısı, ölür. Ancak Frodo’nun ölümcül yarası iyileşmez. Gri limanlara gider. Ondan önce Gandalf, ölüm ülkesine gidip gelmiştir. Ursula Le Guin’in “Yerdeniz Büyücüsü”nde Ged, dünyaya saldığı gölgesini arar. “En Uzak Sahil”de Kuğu adlı büyücü artık ölümü gördüğünü ve böylece görünen şeyleri kabul etmeyeceğini söyler. Sonuçta soru değişmez. Le Guin’in, “yaşamak ve dünyada olmak onun düşlediğinden çok büyük, çok garip bir şeydi” demesiyle, Dostoyevski’nin “herkes, herkesin önünde her şeyde günah işlemiştir” demesi arasında büyük bir fark yoktur. Çünkü gece hem Dostoyevski’nin hem de Le Guin’in tek zamanıdır. Ölüm bir başlangıç, bir son olarak devam ederken, insan söylemek istediği her şeyi kendi yaşamını bir belge gibi sunarak, içindekini söyleyerek yaşama, bizim vazgeçmediğimiz yaşama veda ediyor. Kimse aslında intihar etmeyi düşünmüyor. İntihar bir düş gibi hayatımızda yer alıyor. Bu dünya yaşanmaya değmez diyor bir ses; ama kimse bu dünyadan kendi eliyle gitmek istemiyor ve herkes o “bir gün”ü, vadesi dolunca gideceği günü bekliyor. O bir gün’ü beklemeyenler ise Saint Marco Meydanına dönüşü olmayan bir bilet kesiyorlar. Ölüm şehri bu biletle ölümsüzlüğe kavuşuyor. Kimse kimsenin burada nasıl yaşadığını merak etmiyor. Herkes ölüler eşliğinde sessiz bir yürüyüş içinde o bir gün, o büyük eğim karşısına nasıl geçeceğini soruyor. İnsanlar Saint Marco Meydanına gelmeden, yaşamın onlara yüklediği anlamsızlıklara elveda demeden önce, bugüne kadar yapılmayan her şey en azından denenmek isteniyor. Başka bir değişle kendilerini itiraf ediyorlar. Bunun için meydanın kanallara bakan lokantalarında pahalı yemekler yiyorlar, lüks otellerde uyuyorlar. Son uyku ve son yemek. Son Yemek’ten sonra pencerenin arkasında onlara bakan rezillik içinde yaşayan ama bunun farkında olmayanlar başlarını yere eğiyorlar. Bu manzara ürküntü veriyor. Herkes ihanet içinde. Herkes kendine ihanet ediyor. Öküzü keserek karnını doyuran insan, neden yılanın sürünmesine izin vermiyor? Her gün onlarca cinayet işleyen, her gün onlarca insanın Azrail’i olan insan, sıra kendisine gelince neden diz kırıp “masum” olduğunu söylüyor ve kendine bir türlü kıyamıyor: “yaşam tatlı, can aziz.” Sonuçta son yemekten sonra iki yüzlü insanlar arasında kanalların durgun sularına bırakılıyor sıcak beden. Yaşam durgun suda hareleniyor. Şeytan suratını buruşturuyor. Su yaşam diye çırpınıyor. Thomas Mann’in kenti bu ölümlerle irinlerini temizliyor. Önce ayaklar yavaşça suya değiyor, su sıcak bir ürperti veriyor, beden ölüm karşısında çözülüyor. İnsanın yaşamına bir söyleyeceği var ve ilk kez insan içindekini söylüyor. Sonra bir ölüm haberi. Aile çok üzülüyor. Herkes üzülüyor. Komşular, “daha gençti… ama ne yakışıklıydı… ne güzeldi…,”diyorlar. Ceset bir süre sonra kıyıya vuruyor. Kıyı sessiz ve gururlu; ölüm bütün yüzlerdeki perdeleri kaldırıyor. Venedik, Mann’ın şehri, her gün yüzsüzleri ağırlamaktan yorgun, ağır bir dağ edasıyla düşünüyor. Aileler üzgün, aileler çıldırıyor. Ve bir hafta sonra… bir hafta sonra ölümün, intiharın sırrı çözülüyor. Eve yüklü bir fatura geliyor. Faturanın altında bir not: “Çocuğunuz bizim otelde kaldı. Pahalı yiyecekler yedi vs.” Aile bütün üzüntüsünü unutuyor. İnsan bir daha yeniliyor ve kıyıya vuranların haklılığı, eve gelen fatura ve kanalların durgun suları arasında kalıyor.
Hep böyledir. Böyle olmasının dışında bir şey yoktur. Bir sorudur. Cevap yoktur.
Zaten intihardan sonra soru cevaplanmıştır.
“Ölmek, yeni bir şey değil yaşamımızda.
Peki ya yaşamak?”
Hiç kimse bu soruyu yanıtlamadı.
Oysa ki bu soru gelecekti, geleceğe gönderilmiş bir ulaktı. Ulak yerine ulaşmadı.


Edebiyatta Ölüm ve İntihar - Müslüm Yücel

Hiç yorum yok: