Pazar, Kasım 27, 2005

Aşkın Gözü Kördür II

II
Orvert Latuile, on üç ağustos günü, üç yüz saatlik bir uykundan uyandı; biraz ağır bir sarhoşluktan ayılıyordu ve önce kör olduğunu sandı; kendisine ikram edilen alkollerin hakkını iyice vermek demek oluyordu bu. Geceydi, ama farklı bir gece; çünkü gözleri açık olduğu halde, elektrik lambasının ışık demeti gözleri kapalıyken, gözlerine düştüğünde hissettiği duyguyu algılıyordu. Sakar bir el hareketiyle, radyonun düğmesini araladı. Radyo çalışıyordu ve onu bir ölçüde aydınlattı.

Spikerin palavralarına kulak asmadı. Orvert Latuile düşündü, göbek deliğini kaşıdı ve tırnağını koklayınca bir banyoyu hak ettiğine inandı ama Nuh'un harmanisinin Nuh üstüne, ya da sefaletin zavallı dünya üzerine, Tanit'in tülünün Salammbo üzerine, bir kedinin kemanın içine atılması gibi, her şeyin üzerinde yayılmış bu sisin rahatlığı ona banyo yapmanın gereksiz olduğu kararını aldırdı. Zaten sisin, hoş bir veremli kayısı kokusu vardı ve insanlarda kalan pis kokuları öldürmesi gerekiyordu. Dahası, sesler ve gürültüler, bu pamuksu astarla gizlenerek, aynı anda bir el arabasının kolunun üzerine talihsizce düşünce, delinen damağı dövülmüş gümüşten protezle değiştirilen bir lirik sopranonun berrak ve beyaz sesi gibi garip bir tını taşıyorlardı.

İlkin Orvert zihnindeki tüm sorunları defetti, hiçbir şey olmamış gibi davranmaya karar verdi. Sonuçta herhangi bir güçlükle karşılaşmadan giyindi, çünkü giysileri her zamanki yerlerindeydiler; yani bazıları iskemlenin üzerinde, diğerleri yatağın altında, çoraplar ayakkabıların içinde, ayakkabının teki bir vazonun, diğeri de oturağın içindeydi.
-Hay allah, dedi kendi kendine, şu sis ne garip birşey.
Fazla özgün olmayan bu düşünce, olayı sadece saptanmış şeyler kategorisine sokarak, Orvert'i yersiz bir övünçten, günlük coşkudan, üzüntüden ve kara hüzünden kurtardı. Ama yavaş yavaş cesaretleniyordu ve bu alışılmamış duruma, bazı insanca deneyler tasarlayacak kadar alışıyordu.
-Kapıcı kadına iniyorum ve pantolonumun dükkanını açık bırakıyorum. Göreceğiz bakalım, sis mi var, yoksa sorun benim gözlerim mi?
Çünkü Fransız'ın kuşkucu aklı, sis görüşünü engelleyecek kadar yoğun olsa bile, onu yoğun bir sisin varlığından şüphe etmeye iter ve onu bir garipliğin olduğuna inandırmak için, kararını yönlendirebilecek olan, radyoda söylenen şeyler olmaz. Radyodakilerin hepsi sersem.
-Çıkarıyorum dışarı ve aşağı böyle iniyorum.
Dışarı çıkarttı ve öylece indi. Hayatında ilk kez, ilk basamağın çatırtısını, ikincisinin çıtırtısını, dördüncüsünün patırtısını, yedincisinin hırıltısını, onuncusunun tıkırtısını, on dördüncüsünün kıtırtısını, on yedincisinin gıcırtısını, yirmi ikincisinin zırıltısını ve sondaki desteğinden kurtulmuş prinç trabzanın kakırtısını fark etti.

Duvara tutunarak çıkan birinin yanından geçti.
-Kim o? dedi, durarak.
-Lerond! diye cevapladı Bay Lerond, karşıdaki kiracı.
-Merhaba. Ben Latuile.
Elini uzattı ve şaşkınlıkla hemen bıraktığı sert bir şeyle karşılaştı. Lerond sıkıntıyla güldü.
-Affedersiniz, dedi, ama hiçbir şey görünmüyor ve bu sis cehennem sıcağı gibi.
-Doğru.
Açık dükkanını düşünerek ve Lerond'un da aynı şeyi düşünmuş olduğunu fark ederek alındı.
-Haydi, görüşmek üzere, dedi Lerond.
-Görüşmek üzere, dedi Orvert, sinsice kemerinin üç deliğini açtı...


Boris Vian - Kurtadam

Hiç yorum yok: